Senkretizm nedir?

Senkretizm nedir?

İnsanlık tarihi, karşılaşmaların tarihidir. Her ne kadar tekil tarihlerden (Osmanlı Tarihi, Roma Tarihi, Kadim Yunan Tarihi vs.) sıkça bahsediliyor olsa da, bu tarihler tek başlarına var olamazlar. Her bir toplum var olmak ve kendi kimliğini oluşturabilmek için bir başkasına ihtiyaç duyar. Kendisini, bu ‘başkası’ ile kurulan ilişkiler (savaş, ticaret, kültürel alışveriş vb.) üzerinden tanımlar.

Kültür özelinden ilerleyecek olursak, siyaset bilimi disiplini içerisinde kendini ‘kültürelci’ olarak tanımlayanlar, kültürün kendi içinde kapalı, durağan; belirli görüşler, tavırlar veya tutumlarla güçlü bir ilişkiye sahip bir temsiller, inançlar veya simgeler toplamı olduğunu savunur. Buna göre kültürler kendiliğinden ‘özgün’ olarak tahayyül edilir ve radikal bir şekilde farklı oldukları düşünülen komşu kültürlerle karşıtlık içinde tanımlanır. Sonrasında ise bu varsayılan ‘ötekilik’, mantıksal sonuç olarak hızla bir etnik arındırma işlemine dönüşen bir dışlama ilkesini getirir.

Kültürel alışveriş böylece bir yabancılaşma, bir öz kaybı, hatta bir kirlenme olarak görülür. Ancak durum böyle olmaktan çok uzaktır, çünkü kültürün kendisinin ‘yaratılışı’ mübadeleye, uzlaşmaya, temellük etmeye, adaptasyona, melezleşmeye dayanır. Bir kültürün veya geleneğin oluşması, zorunlu olarak diyalogdan geçer; bölgesel ve uluslararası çevreyle karşılıklı ilişki içinde gelişir. Kültürler hiçbir şekilde hareketsiz değildir; evrimler, dönüşümler, hatta başkalaşımlar yaşarlar. Toplumlar hiçbir zaman yalıtık olmamıştır ve siyasal, ticari ve kültürel ilişkiler sistemleri oluşturmuştur; kendilerini de dışarıyla olan bu organik bağlarıyla yapılandırırlar. [1]

Hiçbir kültürün katışıksız ve özgün olmadığı, doğası gereği kültürlerin az ya da çok geçirgen ve sürekli değişim içinde oldukları günümüz sosyal bilimlerinin ortak kabul gören anlayışlarından biridir. Son yıllarda bu alanda daha çok üzerinde durulan nokta, kültürlerin orijinal kalıntılarından çok, değişim ve dönüşümle ortaya çıkardıklarıdır. Bu değişim ve dönüşümün en ilgi toplayan noktalarından biri ise kültürlerin etkileşim sürecinde birbirlerinden neyi, nasıl ve ne şekilde alarak içselleştirdikleri, inşa ve yaratma sürecinde ortaya koyduklarıdır. En yalın haliyle iki ya da daha fazla şeyin bir araya gelerek yeni bir şeyin ortaya çıkması olarak tanımlanabilecek olan senkretizm (syncretism), artan küreselleşme tartışmalarıyla birlikte günümüz sosyal bilimlerinin değişim ve dönüşüme odaklı çalışmalarına ışık tutan en yaygın kavramlarından biri olarak karşımıza çıkar.[2]

Bu anlamda farklı inançların bulunduğu ve buluştuğu bir ortamda sahip olunan geleneğin çarpıcı bir yönünün kültürleşme sürecinde yok olup gitmemesinin nedeni, bir takım dönüşümlerin ya da uyarlamaların yapılıyor olmasına bağlanabilir. Başlı başına bir alaşım haline getirilen bu uyarlama ve dönüşümlerin adı kısaca senkretizmdir, yani karışımın birleştirilmesidir. Başka bir ifade ile kültürleşme sürecinde kaçınılmaz olan bu durum, düşman saldırısında iken kavgalarını göz ardı edenlerin birleşmesi şeklinde de düşünülebilir.[3]

Kültürel karışımı tanımlamak ve anlamlandırmak için en iyi iş görebilecek anahtar kavramlardan birisi ise ‘Senkretizm’ (syncretism)’dir.[4] Özellikle teolojide birbirinden farklıgeleneklerin birleştirilmesi ve aynı noktada buluşturulması tezini öne süren ve yine farklı geleneklere karşı daha kapsayıcı bir duruş ve anlayışı benimseyen düşünce yapısı için de senkretik nitelemesinde bulunulabilir.

Bu noktada senkretizmin eklektisizmden (seçmecilik) farklı olduğu belirtilmelidir. Zira eklektisizm, farklı düşünce sistemlerinden seçilen unsurların ayrı bir sistem içinde birleştirilmesini ifade eder. Ayrıca eklektisizm, söz konusu unsurlara kaynaklık eden sistemlerin bütününü benimsemediği gibi aralarında çözümleme amacı da gütmez. Dolayısıyla farklı düşünce sistemlerini uzlaştırma yöntemi olan senkretizmden bu yönüyle de farklılık arz eder.[5]

Farklı geleneklerin birbirini etkilemesi sonucu oluşan yeni kültürel yapıları, gelenekleri veya düşünce ekollerini ifade etmede kullanılan bir kavram olarak tanımlanabilen senkretizm yukarıda ileri sürülenlerin karşılığı bir terimdir.[6][7]

Senkretizm, Yunanca “Giritliler gibi bir arada tutmak, ayrılmamak” anlamına gelen synkretizein kelimesinden türetilmiş bir kavramdır. Bu kavram, ilk defa Plutarch tarafından “uzlaştırmanın tarafsızlığı” anlamında dile getirilmiştir. 16. yüzyılda ise aynı manada aşırı durumları uzlaştırmaya çalışanlar için kullanılmıştır. Bu nedenle Hıristiyanlık düşünce tarihinde bu kavram, başlangıçta liberalizm ile aynı anlamı ifade etmişti

En yalın anlamıyla iki ya da daha fazla şeyin bir araya gelerek yeni bir şeyin ortaya çıkması olarak tanımlanabilecek olan ‘senkretizm’ (Fr. syncrétisme; İng. syncretism), artan küreselleşme tartışmalarıyla birlikte, ‘karışım’ın (mixture) ve kültürel alandaki değişim ve dönüşümün tanımlanmasında en çok başvurulan analitik kavramlardan biridir. Bununla birlikte senkretizmin, görece aynı şeyi -karışımı- ifade etmek üzere kullanılan, ‘melezlik’ (hybridity), ‘kreolleşme/kreolizasyon’ (creolization), ‘mestizo’, ‘kaynaşım/füzyon’ (fusion), ‘alaşım’ (amalgamation) vb. terimlerden yalnızca bir tanesi olduğunu ve tüm bu terimlerin kavramsal tanımlanmalarındaki karmaşanın henüz giderilmediğini de belirtmek gerekir.[8]

‘Senkretizm’ (syncretism) sözcüğünün Türkçe karşılığı sözlüklerde (TDK Türkçe Sözlük) ‘bağdaştırmacılık’ olarak karşılığını bulmakla birlikte sözcüğün uluslararası literatürdeki yaygın kullanımı göz önüne alınarak bu çalışmada özgün terim (senkretizm) kullanılmıştır.[4]

Senkretizm, sıklıkla çeşitli düşünce okullarının uygulamalarını ve yollarını karıştırarak ayrı veya çelişkili inançları birleştirmek veya birleştirmeyi denemektir. Özellikle teolojide ve din mitolojisinde başta birbirinden farklı olan geleneklerin birleştirilmesi ve kıyaslanmasına yönelik olan, böylece farklı inançlarda temelde yatan bir birliği öne sürerek farklı inançlara karşı daha kapsayıcı bir duruşu savunan hareket ve denemeler için de bu terim kullanılabilir.[9]

Bütünsel kültür fikrinin karşısında, karışımı kültürlerin esas niteliği olarak gören senkretik (birleştirici) kültür tezi bulunur. Kültürlerarası değişimi ve farklı kültürlerin birleşimini temel alan bu tez kültürü, genlerini farklı kaynaklardan sağlayan biyolojik organizmalara benzeterek, sosyal yapının farklı kaynaklardan beslendiğini kabul eder. [10] Böylece kültür durağanlığı değil, değişkenliği ve etkileşimi barındırmaktadır. [11]

Eric J. Sharpe din bilimlerinde senkretizm kavramına yüklenen anlamları söyle ifade eder;

“O, sadece mukayeseli dinin son dönem tarihinde daha teknik bir anlamda kullanılmıştır; her şeyden önce senkretizm, kendilerinden dünyanın çeşitli kesimlerinden tanrıların ve uygulamaların serbestçe bir araya getirildiği Greko-Romen dönemi dinlerine ve sonra da dînî unsurların bu şekilde birbirine karıştırılmasına işaret eder. Bununla beraber, bu kelime özellikle dinin bozulmamış şekline mensup olduğunu düşünen insanlar tarafından söz konusu dinin bozulmuş şekline inanan insanlar için kullanıldığında, çok sık olarak küçük düşürücü imalara sahip olmuştur. Senkretizm çoğu kere Hıristiyanlık misyonerlik literatüründe “yabancı” unsurların Hıristiyanlığa sokulmasını eleştirmek (veya en azından “yabancı” unsurların Hıristiyanlığa sokulmasına karşı uyarıda bulunmak) için kullanılmıştı ve senkretizmden söz etmenin, dinin, kendisi ile haricî unsurlarının bir araya getirilmiş olduğu doğru bir şeklini önceden varsayacağını söylemek anlamına geleceği genel olarak doğrudur. Böylece İsrail dininde senkretizm, mesela Kenanlılar’a ait kültlerin etkisi altında, yaygın dinin aşağı yukarı bozulmuş şekline işaret eder”.

Genel anlamda farklı geleneklerin birbirini etkilemesi sonucu ortaya çıkan yeni kültürel yapıları ifade etmek için kullanılan senkretizm kavramı, Dinler Tarihi’nde ise birden fazla dine ait unsurların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan yeni bir dini tanımlamak için kullanılmaktadır.[12]

Senkretizmin belirtilen tüm açılımları – “paralellik, ayrım, karışım, yakınlaşma” – farklı durumlarda vücut bulabildiği gibi aynı ritüel içerisinde de farklı senkretizm biçimlerini gözlemlemek mümkün olabilir. Bu nedenle her bir durumun kendi içerisinde “tekil” olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durumda “Kavramlar için küresel kategoriler önermemiz mümkün görünmemektedir”.[13]

Diğer yandan senkretizm kavramının; “tıp,sanat, bilim, felsefe, edebiyat” gibi alanlarda farklı biçimlerde kullanılması, bizi “tüm gerçekliğin bir senkretizm olduğunu düşünmeye itmektedir”. Gerçekliğin tümünün bir senkretizm olarak düşünülmesi; senkretizmin kendisini çok genel ve “vurgulanması fuzuli” bir kavram haline dönüştürmektedir.[13]

Senkretizmin tarihsel süreçte “gelişigüzellik, saf olmayan ve kirlilik ile özdeşleştirilmesi” [13]; “saf, masum ve arkaik olana susuzluğumuzu tatmin etmenin” [13] aracısı olarak ortaya çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz karmaşık gerçeklikle başa çıkabilmenin yöntemi, onu basitleştirmek, saflaştırmak ve kategorileştirmek olmuştur.[13] Boccara da, Gruzinski gibi şeylerin zaman içerisindeki gerçek devamlılığını sağlayanın çelişkili bir biçimde “metamorfoz” olduğunu vurgulamaktadır. Melezleşme bir bakıma devamlılığın koşuludur.[14]

Tarihçe

Senkretizm (syncretism), ‘melezlik’in yanısıra ‘karışım’ın tanımlanması ve adlandırılması çabalarında günümüzde en çok başvurulan ifadelerden biridir. Din felsefesinin başat sözcüklerinden biri durumundayken zamanla kültür odaklı çalışmalarda da iş görebileceği anlaşılarak olumlu bir anlam yüklendi ve sosyal bilimlerin birçok alanında yaygınlık kazandı.

İlk kez Plutark (Plutarch) tarafından, “kendi aralarında sürekli savaşan Giritliler’in, ortak bir düşman söz konusu olduğunda, tüm anlaşmazlıkları bir tarafa bırakıp oluşturdukları birliği tanımlamak için” olumlu anlamda kullanılan ‘senkretizm’, 16ncı yüzyıldan başlayarak teolojik ve felsefi öğretilerde eklektik karışımlar için olumsuz anlamda kullanıldı.[15]

McNeill’e göre, Luteryen teolog Georg Calixtus, Reformasyon uyanışı sırasında çeşitli Protestan mezheplerinin birleşmelerini ve sonunda da Katolik Kilisesi ile yeniden bütünleşmelerini savundu. Calixtus’un ekümenik Hıristiyanlık fikri Kalvinistler arasında kabul görmüşse de Ortodoks Luteryanlar tarafından reddedildi ve Katolik hiyerarşinin üst kademeleri tarafından küçümsendi. Karşıtlarının görüşlerine göre Calixtus’un önerdiği birleşme –bir senkretizm-, teolojilerin heretik (inanışa ters düşen) ve uyuşmayan düzensizliklerini tehdit etti ve yüzyılın geri kalanında onu takip eden tartışmalar “senkretikçi zıtlaşmalar” olarak bilindi.

Dinsel karışımın olumsuz değerlendirilmesi, özellikle kendi doktrin ve ediminin doğruluğunu dünya çapında korumaya çalışan Katolik Kilisesi için beklenen bir şeydi. Bu olumsuz senkretizm görüşü şimdiki yüzyılda da devam eden misyonerlik yayılımı dönemi boyunca değişmedi. Senkretizm, misyon alanının kontrolünde çatlaklara neden olmuş olan ve onlara sunulan özgün Avrupalı Hıristiyanlık biçimini uygun biçimde yeniden üretmek yerine Hıristiyanlığı “gayrimeşrulaştırarak” yerelleştirmeye başlayan yerel sömürge kiliselerinin azarlanması için kullanılan bir terim oldu. Görünüşe göre, antropologlar senkretizmin teolojik bir konu olduğunu düşünüyorlardı. Bu sebeple terim, onun olumsuz anlamlarını koruyan teologlara ve misyonerlere bırakıldı fakat antropolojik söylemin dışında bırakılmasının yanlışlığı zamanla anlaşıldı ve Yeni Dünya sosyal bilimcileri arasında senkretizmin olumlu yaklaşımı daha fazla taraftar buldu.

Stewart’a göre, kültürlerin zamanın herhangi bir noktasındaki oluşma sürecini tanımlayan ‘senkretizm’, var olan bir yapının/unsurun, mevcut pratiklerinden ayrışarak yeni bir takım pratiklerin içinde, yeni biçimlerle, yeniden oluşmasının yollarına işaret eder. Müziksel bağlamda ise ‘senkretizm’, “müzikte meydana gelen belli başlı süreçlerden biri ve iki toplum ya da müzik kültüründen türlerin kaynaşarak yeni bir türü biçimlendirdikleri zaman ortaya çıkan durum” olarak tanımlanır. Belli coğrafi, ekonomik ve dilbilimsel etmenler, göç, ticaret, ortak yerleşim, kolonizasyon vb. nedenlerle kültürler arasında bir temas olduğu zaman senkretizm olasılıkları ve biçimleri artar.[16]

Senkretizm ve Melez Kültür

Subaşı’nın Jonathan Friedman’dan aktardığına göre; “Melezleşme, bugün hayli yaygınlık kazanmış türden bir kültürel süreci ifade etmektedir. Çünkü melezlikle, birbirinden mekân olarak ayrı olan, farklı tarihsel kaynakların ürünü olarak günümüze değin ulaşan anlam ve anlamlı biçimlerin yaygın bir tarzda karşılaşma ve karışması sürecine atıfta bulunulmaktadır”.

Melezliği birbirinden farklı iki türle, bunların birleşiminden meydana gelen melez sözde- türleri ayırmak için kullanılan biyoloji teriminin izinden giderek, iki katışıksız kutbun tam arasındaki mekân anlamını içerecek şekilde kullanan Rosaldo’ya göre, bu durum bütün insan kültürlerinin hiçbir katışıksızlık bölgesi barındırmayan sürgit durumu olarak da anlaşılabilir. Çünkü bu kültürler, kültürler arasında gidip gelme süreçlerine tabidirler.

Bu bağlamda melezlik, “ırksal” ve “etnik” kimlikler açısından kimliklerin saf olmadığını, karışım kaynaşma ve iç içe geçmenin ürünü olduğunu da gösterir. Kimliğe bu bakış açısının altında yatan da, kültürlerin birbirine karışması ve devingen olmasından kaynaklanır. Kimliklerin bir süreç içerisinde kaynaşması ya da melezleşmesi bir kültürün ya da kültürel geleneğin bir diğeri tarafından özümsenmesinin ürünü olmayıp, yeni bir şeyin ortaya çıkması anlamına geldiği sonucu çıkmaktadır.

Melezlik düşüncesinin en temel unsuru basitçe karışım’dır; yani biraya gelme, birleşme, birbirine geçme. Özellikle de küresel modernliğin ürettiği göç süreçlerinin yüzeyde anlamı açıktır ve herhangi bir olağanüstülük yoktur –melezlik kültürler arasında artan trafiğin sonucunda dünyanın farklı yerlerindeki kültürlerin birbirine karışmasıdır. Bu temel ampirik düzeyde melezlik, çoğalmakta olan bu “karmakarışıklık, biraz ondan biraz bundan” çeşitliliği üzerinden kültürel fenomenler aracılığıyla düşünmenin ve betimlemenin bir yoludur. Bu açıdan, “Amsterdam’da Fas’lı kızların Tayland boksu yapması, Londra’daki Asya rap müziği gibi fenomenleri kabullenme girişimidir.

Melezlik ve senkretizmin yalnızca küreselleşmenin yarattığı bir olgu olarak sınırlandırılamayacağı, başlangıcının küreselleşme idealinden çok önceye dayandığı gerçeği önümüzde olmakla birlikte, günümüzde kültürlerin doğrudan ya da dolaylı olarak devam eden bir süreklilik içerisinde birbirlerini etkilemeleri de göz önüne alınmalıdır.[17]

Senkretizm ve Din

Hıristiyanlığın ortaya çıktığı Filistin, m.ö. 1. yüzyıldan itibarenden hızlı bir şekilde Helenleşme’ye başlamıştı. Münzevi bir hayat sürerek Ortodoks Yahudi inancına bağlı kalmayı hedefleyen mezhepler bile bu gücün etkisinden kurtulamamışlardı. Ancak bu Helenleşme’yi sadece bir Grekleşme olarak düşünmemek gerekir: çünkü Helenistik kültür Anadolu’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş coğrafyanın bir sentezidir. Bundan dolayı Hıristiyanlık öncesi Kumran cemaati gibi münzevi Yahudi grupları bu kültürel sentezin etkisini yansıtır. Hıristiyanlığın hemen öncesinde Yahudi ülkesi olan Filistin de bu anlamda Helenleşmiş bulunuyordu.

Bu dönemde Yahudilik, gerek ibadet şekli gerekse inanç çeşitliliği açısından Helenistik senkretizmin getirdiği bütün etkileri yansıtır. M.Ö. 1. yüzyıl Yahudiliği bu etkileri geniş bir mezhepler prizmasında yansıtmıştır. Hıristiyanlığın hemen öncesindeki İsrailoğulları’nın mensup olduğu bu mezhepler Yahudilik için olduğu kadar onların arasında veya etki alanında doğan ve gelişen Hıristiyanlık için de önemlidir.[18]

Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da önce Hıristiyanlık sonra da İslam dininin Ortodoks yorumlarına karşı alternatif yorumlar veya alternatif dindarlık modelleri ortaya koyan irili ufaklı pek çok inanç grupları vardı. Bu inanç grupları mensup oldukları dinin kimliğini muhafaza etmekle birlikte diğer dinin heterodoksisiyle daha çok benze tikleri, hem muhteva bakımından hem de daha belirgin olarak ortodoksiye karşı takındıkları tavır ve tutum, ortodoksiyle ili ki biçimleri ve nihayetinde siyasi otoriteyle çatı macı ilişkileri bakımından ortak bir tip görüntüsü sergiledikleri fark edilmektedir. Bu çalışma her iki heterodoks inanç gruplarının ortak doğasını tespit etmeye, seçilen temalar üzerinden onların ortak tarihsel bir tipolojisini oluşturmaya çalışmaktadır.

En tipik yanlarını oluşturan senkretik özellikleri onları muhteva bakımından da birbirine yaklaştıran husustur. Enkarnasyon, Güne ve tabiat kültü, ezoterik yakla ımlar ve kısmen de düalizmin etkilerini yansıtmaları bu kapsamda dikkat çeken paralelliklerdir. Merkezi kurumsal inanı ı kaynaktan bir kopu veya yanlı yorumlama iddiasıyla eleştirip, hatta neredeyse bütün uygulamalarını reddederek, ilahi kaynaklı sözlere ve amellere daha deruni anlamlar yükleme arayışı da diğer benzerliklerini oluşturmaktadır. Sırf bu tutumları itibariyle veya siyasi düzen için bir tehdit olarak görülmeleri sebebiyle siyasi otoriteyle sürekli bir çatışma hali de onların bir başka tipik yanını oluşturur.

Hıristiyan ve İslam heterodoksisinin en tipik yanlarından birini olu turan senkretizm muhteva bakımından da onların birbirlerine benzemelerine sebep olan en temel faktörlerden biridir. Herhalde heterodoksinin doğası gereği sınırlara, dar eklî/formalist yorumlara karşı tutumu, onları alabildiğine etkilere açık hale getirmekte, bir taraftan geçmişten gelen özelliklerini yeni kimlikleri altında muhafaza ederken, diğer taraftan karşılaştıkları yeni dü ünce ve inanç formlarını da benimsemeye ya da onlarla bir etkileşim sürecine girmeye müsait bir yapıya büründürmektedir. Bu yüzden Bizans ve Osmanlı dönemi heterodoksisinin Zerdüştîlik, Gnostisizm, Manicilik gibi ortak uzak geçmişten az çok beslenmi olmaları onları birbirlerine benzetirmekle kalmaz, her iki heterodoks grubun 11. yüzyıldan itibaren Anadolu ve daha sonra da Rumeli’de temasa geçtiğinde birbirlerini etkilemelerine de sebep olur.

Gerçekten de Bizans ve Selçuklu-Osmanlı dönemlerindeki heterodoks inanışlar Hint-İran mistisizminin, özellikle de Zerdüştîliğin, Mitraizm’in, yarı Hıristiyan inanış olan Gnostisizmin ve Maniciliğin etkisini pek çok alanda yansıtır. Bizans heterodoksisinde daha belirgin olmak üzere güçlü bir güne ve ay merkezli tabiat kültü, enkarnasyon, düalizm ve ezoterizm öne çıkan ana temalardır.[19]

Mitra Senkretizmi

Helenistik çağda Aryan geleneklerinde (Hint-İran-Roma sistemlerinde) ikinci dereceden ilahlardan sayılan Mitra ve onun etrafında oluşan bir gelenek olarak Mitraizm’in özellikle Rigveda’lardan yola çıkarak kadim Hint Mitra’sı ile yakın bağı vardır. Bu bağ, aynı zamanda bizi İran Mitra tapımını anlamaya götürecektir. İran Mitra’sını anlamak ise Roma Mitra’sını öğrenme konusunda bize yol gösterecektir.Bu tarihsel süreci bilmek, aynı zamanda derecelendirme sistemi, tapınak yapısı, teolojik yaklaşımlar, astroloji gibi temel konulardaki üç Mitra algısındaki (Hint, İran ve Roma) bariz farklılıkları hatta ayrışmaları gün yüzüne çıkarmamızı kolaylaştıracaktır.[20]

Mitraizm’in üç temel dönemini kapsayan Hint panteonu içindeki yeri, İran kökeni ve Roma fenomeni olarak ortaya çıkışı Mitraizm uzmanlarını sürekli meşgul etmiştir.[21] Veda döneminden Roma’ya uzanan uzun ve çetrefilli yolculuğunun yansımalarını takip etmek oldukça zordur. Zira kalıntılarına son zamanlarda yapılan modern akademik çalışmalarla ulaşılabilen, geniş bir yayılım coğrafyasına ve karmaşık bir uygulama sistemine sahip olan Mitraizm gibi bir gelenekle karşı karşıyayız. Bundan dolayı diğer karmaşık sistemlerde olduğu gibi bilimsel çelişkiler, yüzeysel kanaatler veya temellendirilmemiş sonuçlar bizi bekleyebilecektir. Bu dinin bir diğer çarpıcı yanı da Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi doğuda doğmasına rağmen onların aksine Batı’da gelişerek yayılması ve yeterince taraftar toplayamamış olmasıdır.[22]

Özellikle Roma Mitraizm’inin sahip olduğu imge ve hiyerarşiye ait formüllerin mahiyeti bize şunu ıspat ediyor. Mitra kültünün teolojisi, Latin dünyasına girişinden önce reforme edilmiş İran gelenekleri mesela Mazdek dini tarafından gerekli desteklerle sağlamlaştırılmış gözüküyor. Bu bakımdan Greko-Romen paganizminin mantıksal örgü dışına taşan uygulama ve inançlara sahip olmasının aksine Mitraizm, İran’dan aldığı bu destekle kendi içinde tutarlı bir teolojiye, dogmatik bir sisteme sahip olduğu söylenebilir. Nitekim bu kült, özellikle Mitra ilahının Batı âlemine sokulmuş bir doğulu bir ilah olduğu ve bu inanç sistemindeki çoğu şeyin tarihsel bir serüvenin sonucu ortaya çıkan yeni öğretiler olduğu iddiasını güçlendirecektir.[23]

Bir başka deyişle Mitra ilahı doğudan batıya “hicreti sırasında” beraberinde Mazdek panteonundan pek çok önemli temsiller getirmiş görünüyor. Mitra ilahına pek çok pagan topluluk tapmıştır. Söz gelişi Aryan kabileler, Hindular, İran Paganları, Zerdüştiler, Romalılar hatta Maniheistler bu ilahı kabul edip ibadet etmişlerdi. Özellikle Roma dönemindeki bu ilaha tapınma gizemler şeklinde kendisini gösterdi. Gizemli Mitra teolojisi, gizemli Hıristiyan teolojisi gibi karmaşık litürjiyle kendisini desteklemektedir.[24] Hatta denilebilir ki Roma Hıristiyan olmasaydı Mitra ilahına tapınmayı sürdürecek ve Batı medeniyeti Mitra kültüyle yoğrulacaktı.[20]

Magilerin çalışmaları ile bu kült gittiği her yerde yerel inançlarla etkileşime geçmiştir. Mezopotamya ve Anadolu inançlarıyla etkileşime giren Mithra kültü, Helenistik dönemde yeni etkileşimlerle beraber senkretik bir dine dönüşmüştür. Roma İmparatorluğuna kadar yayılmış ve Roma’da Mithras’ın Sırları adını almış bu kült sonraları tüm imparatorlukta en etkili din haline gelmiştir. Özellikle askerler arasında yaygın olmuş bu din Hıristiyanlığın Roma imparatorluğunda etkili olması üzerine zayıflamış ve tarihten silinmiştir.[25]

Şamanizm ve Gök Tanrı İnancı

Tarihin en eski topluluklarından birisi olan Türkler, tarih boyunca, Orta Asya, Çin, Hindistan, İran, Afganistan, Avrupa ve Doğu Avrupa’da nihayet Anadolu’da da yerleşme imkanı bulmuş ve çok zengin bir kültüre ve medeniyete sahip bir millettir. Türkler çok eski dönemlerde, dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olan Çin, Hint ve İran medeniyetleriyle tanışmışlar, bu kültürle haşir neşir olmuşlardır. 10. yüzyıldan itibaren de İslamiyet’le şereflenen Türkler, dünya medeniyet tarihine ve kültürüne çok önemli katkılar sağlamıştır.[26]

Türklerdeki Gök-Tanrı inancı, çok eski bir tarihe sahiptir. Hatta Kudretli Varlık olarak Gök-Tanrı inancını Çin’e sokanlarında Türkler olduğu söylenmiştir. [27][28]

Çağımızın büyük din tarihçisi Eliade, Türklerin dini ile Hindu-Avrupailerin dini arasında önemli bir benzerliğin olduğunu, her ikisinde de “Yüce Gök Tanrı” inancının önem taşıdığını belirtmektedir.[29]

Gök-Tanrı inancı, bütün Türk Topluluklarında ortak bir inanç olarak kendini göstermektedir. Gerçi, bazen Gök-Tanrı kelimesi, semavi bir Tanrı şeklinde kendini göstermişse de genelde kadir-i mutlak, herşeyin yaratıcısı olarak kabul edilmiştir. Türk1erde genel ve ortak bir Tanrı anlayışını teşkil eden Gök-Tanrı inancı, evrensel bir Tanrı inancının varlığını Sergilemektedir. Bu evrensel Tanrı inancı ise, Türklere evrensel bir ruh hali ve herkesi koruyucu bir karakter kazandırmıştır. Türklerin, zayıfın, çaresizin, muhtacın, zulme uğrayanın dostu olması, inandıkları bu evrensel karakterli Gök-Tanrı inancının eseri olduğunu düşünmeye götürmektedir.[26]

İşte evrensel boyutta Gök-Tann inancı da Türklerdeki dini hoşgörünün önemli bir kaynağı olmuş gibi görünüyor. Bazı kaynaklar ’’Şamanizmi” Türlerin milli dini olarak görmek istemektedirler. Ancak Şamanizm, Türklerin milli dini olmamıştır. Çünkü Şamanizm bir din değildir. Şamanizm daha çok bir büyü ve extase törenlerini içeren, uhtelif dinlerden ve hurafelerden oluşan bir dini senkretizm olarak görülebilir. Diğer yandan M. Eliade’nin de belirttiği gibi, Şaman inancı, sadece Türklere mahsus da değildir.[30]

Yezidilik

Yezîdîlik, İslam kaynaklarının çoğunda, 12. Yüzyılda yaşamış olan mutasavvıf şeyh Adî b. Müsâfir’i takip edenler tarafından kurulmuş ve Yezîd b. Muâviye’nin insanüstü bir varlık olduğu esasına dayanan İslam kaynaklı senkretik bir mezhep veya akım olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte Yezîdîlik, isminin kaynağı, teşekkül süreci ve görüşlerinin menşei konusunda en çok tartışılan dini-sosyal gruplardan biridir.

Senkretik yapılı dinlerin oluşum biçimindeki etki ve özelliklerin birçoğunu Yezîdîlikte de görmek mümkündür. Yezîdîlik, bölgedeki siyasi ve dini olayların yanı sıra meydana gelen savaşlar neticesinde ve de tarihi süreç içerisinde hakim kültürün etkisiyle bölgedeki dinlerden bazı unsurları inanç ve ibadet fenomenlerini alarak senkretik bir yapı oluşturmuştur. Yezîdîliğe özellikle paganist ve politeist Mezopotamya dinlerinin (Sümer-Babil-Asur) etkisiyle oluşan Harrânîler (Harranlı Sâbiîler), İran dinleri, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın tesir ettiği kaynaklarda ifade edilmektedir. [31]

Sihizm

Sihizm XVI. yüzyılda ortaya çıkmış olup Hindu ve İslami etkileri barındıran senkretik bir özelliğe sahiptir. Bu din evrensel yani misyonerli dinlerdendir. Bu bölümde Sihizmin kurucusu Nanak’ın hayatı hakkında ayrıntılı olarak bilgi verildikten sonra Sihizm’in ortaya çıkışı, yaygın olduğu ülkeler, kutsal kitapları, Tanrı anlayışı, inanç esasları ve mabetlerinden bahsedilir. Sihizm bir Hindistan dinî olmasından ötürü, takvimlerinin ayları Hint takvimine benzer. Bundan dolayı Sih bayramları Hindu bayramları gibi farklı tarih ve mevsimlere denk gelebilir. Sadece Baysakhi bayramı her yıl 13 Nisanda kutlanmaktadır. Fakat 36 yılda bir 14 Nisana denk düşmektedir. Bu da 1999’da düzenlenen dini günler takvimi Nanakşahi takvimiyle sabitlenmiştir. Başlangıçta Sihler, bayramlarını Hindular gibi kutlarlarken zamanla kendi inançlarına uygun bayramlarını ve dinî günlerini ortaya koyup kutlamışlardır.[32]

Kaynaklar

[1] Tolga Darcan, “Yalancı gelenek: Kırıka Örneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 41, Aralık 2015, s.1453.
[2] Seher Akkaş, “Senkretizm Bağlamında Karadeniz Rock Olgusu: Grup Marsis Örneği” (yüksek lisans tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi, Müzik Bilimleri Ana bilim Dalı, İzmir 2013, s.v.
[3] Sibel Özbudun, “Hermes’ten İdris’e: Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri”, Ütopya Yayınları, Ankara 2004, s.32–33.
[4] Seher Akkaş, a.g.e., s.5.
[5] Doç. Dr. Mustafa Öztürk, “Molla Fenârî ve Tefsirde Senkretizm”, Uluslararası Molla Fenari Sempozyumu, Bildiriler, Bursa 2010, s.402.
[6] Şinasi Gündüz, “Mitoloji ile İnanç Arasında. Ortadoğu Dinsel Gelenekleri Üzerine Yazılar”, Etüd, Samsun 1998, s.39-52.
[7] Yrd. Doç. Dr. Songül Çek, “Bir enkretizm Örneği Olarak Sinop’ta Helesa Geleneği ve Mitik Nitelikleri”, s.328.
[8] Seher Akkaş, a.g.e., s.4.
[9] https://tr.wikipedia.org/wiki/Senkretizm
[10] Robert Holton, “Küresellemenin Kültürel Sonuçları”, çev. Kasım Karaman, Sosyoloji Konferansları S.47, s. 59-75.
[11] Dr. Onur Şenel, “Türk Diaspora Gençliğinde Kültürel Kimliğin Dönüşümü”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 37, Nisan 2015, s.1333.
[12] Eric J. Sharpe, “Dinler Tarihinde 50 Anahtar Kavram”, çev., Ahmet Güç, Bursa 2000, s. 75-76.
[13] S. Gruzinski, “El Pensamiento Mestizo”, Barcelona, Editorial Paidós, s.54-56.
[14] Deniz Karaevli, “Mapuçe Kimlik Yaratım Süreci Olarak Ayinler” (yüksek lisans tezi), Ankara Üniversitesi, Latin Amerika Çalışmaları Anabilim Dalı, Ankara 2015, s.66-67.
[15] Carsten Colpe, “Syncretizm (First Edition)”, Encyclopedia of Religion Vol.13,USA 2005, s. 8926; Fritz Graf, “Syncretizm (Furter Considerations)”, Encyclopedia of Religion Vol.13,USA 2005, s. 8934; Eric J. Sharpe, Dinler Tarihinde 50 Anahtar Kavram, Çev. Ahmet Güç, Bursa 2000, s. 75.
[16] Seher Akkaş, a.g.e., s.4-5.
[17] Seher Akkaş, a.g.e., s.6-7.
[18] Kürşat Demirci, Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Hıristiyanlık” maddesi, cilt: 17, s. 329.
[19] Yrd. Doç. Dr. Resul Ay, “Bizans’tan Osmanlıya Anadolu’da Heterodoks İnanışlar: ‘Öteki’ Dindarlığın Ortak Doğası Üzerine (650–1600)”, s.1-5.
[20] Hamza Üzüm, “Mitra Her Yerde: Mitra Senkretizmi: Mitra’nın Greko-Romen ve Doğu İlahlarıyla Özdeşleştirilmesi”, Iğd Üniversitesi, Sosyal Bilgiler Dergisi, sayı: 10, Ekim 2016, s.35-37.
[21] Philip G. Kreyenbroek, “Mithra and Ahreman in Iranian Cosmogonies”, Studiesin Mithraism, (S.M), (ed.) John R. Hinnels, Roma 1990, 173.
[22] A. D. Bivar, “Towards An Integrated Picture of Ancient Mithraism”, Studiesin Mithraism, (S.M), (ed.) by John R. Hinnels, Roma 1990, 63.
[23] Franz Cumont, “The Mysteries of Mithra”, London 1903, s.105-108.
[24] D. Jason Cooper, Mithras Mysteries and Initiation Rediscovered, York Beach 1996, X-XI.
[25] Yrd. Doç. Dr. Hayreddin Kızıl, “Mitra’dan Mithras’ın Sırlarına Mitraizm’in Kuruluş Serüveni”, EKEV Akademi Dergisi, Yıl:17, sayı: 55, Bahar 2013, s.113.
[26] Prof. Dr. Mehmet Aydın, “Türk Toplumunda Dini Hoşgörünün Temelleri”, İlahiyat Fakültesi Dergisi 98, Konya 1999, sayı:8, s.7-9.
[27] İbrahim Kafesoğlu, “Bozkır Kültürü”, İst. 1972, s, 81;
[28] Prof. Dr. Ünver Günay-Prof. Dr. Harun Güngör, “Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi”, İst, 1997, s, 34.
[29] Mircae Eliade, “chamanisme et Les Techniques Archaiques de L’Extase”, Paris, 1951, s, 23-24.
[30] Doç. Dr. Mehmet Aydın, Şamanizmin eski Türk Dini Hayatı ile İlişkisi, XL Türk Tarih Kongresi, Ankara 1994, s, 487-499
[31] Doç. Dr. Sami Kılıç, “Yezidilik ve yezidilikte Harrani İzleri”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, p. 285-296, Turkey.
[32] Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Kıyak, “Dinlerde Kutsal Zamanlar”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2008, s.256.
[33] Yrd. Doç. Dr. Rıza Sam, “Hambat’taki Kültler Üzerine Bir Değerlendirme”, Türk Kültürü ve Hacı bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2012, s.73.

kaynak : https://gizliilimler.tr.gg/Senkretizm.htm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eti Markasi Basari Oykusu

Mamografi Sonuç - Mamografi Sonucu Sorgula

hizbul bahr duası(dilek için)