Dünya Dışı Uygarlıklar

Dünya Dışı Uygarlıklar

BİR BAŞKA DÜNYA

Eğer Ay, Yer gibi karanlıksa, başka bakımlardan da Yer’e benziyor olamaz mıydı? İkinci bir dünya olamaz mıydı bu?

İ.Ö. beşinci yüzyıl gibi erken bir çağda, Yunan filozofu Anaxagogras (İÖ. 500-428) Ay’ın, Yer’e benzeyen bir dünya olduğunu ileri sürdü.

Evrenin bir Dünya’yla ışık kırıntılarından oluştuğunu tahayyül etmek zihinsel açıdan kabul edilebilir bir şeydir. Ama iki dünya ile ışık kırıntılarından oluştuğunu tahayyül etmek güçtür. Eğer gökteki cisimlerden biri dünya ise neden geri kalanların bir kısmı ya da tamamı da böyle olmasın? Dünyaların çokluğu düşüncesi yavaş yavaş yayıldı. Çok sayıda insan, evrenin pek çok dünya içerdiğini düşünmeye başladı.

Ama bu dünyalar ıssız değildi. Bu düşünce insanların inançlarında devrim yarattı – elbette, eğer bu akıllarına geldiyse.

Bildiğimiz bir dünya olan Yer yaşam doludur, ve genel olarak yaşamın dünyaların bir özelliği olduğunu düşünmek doğaldır. Yine, eğer insan Yer’in birtakım tanrılar ve tanrıçalar tarafından yaratılmış olduğunu düşünüyorsa, diğer dünyaların da böyle yaratılmış olduğunu düşünmek mantıklıdır. O halde, bir dünyanın yaratılıp da bomboş bırakılması makul olamazdı. Boş dünyalar yaratmakla ne amaçlanabilirdi ki? Ne büyük bir ziyankarlıktı bu!

Anaxagoras, Ay’ın Yer’imsi bir dünya olduğunu söylediği zaman, oranın meskun bir yer olabileceğini de ileri sürdü. Diğer eski filozoflar da böyle düşündü; Örneğin Yunan biyograficisi Plutarch (İ.S. 46 -120) .

Yine, eğer bir dünya meskunsa, orada oturanların – zeki yaratıklar olduklarını düşünmek doğaldır. Yalnızca bitkilerle ve hayvanlarla dolu bir dünya yine boşa harcanmış olarak görülecektir.

İşin tuhaf yanı, Ay’ın bir dünya olarak kabul edilmesinden önce, Ay’da yaşam bulunmasından söz edilmiştir. Bu, Ay’ın gökte sürekli olarak parlayan cisimler arasında olmamasından kaynaklanmıştır. Ay’ın parlak ışığının üzerinde koyu lekeler vardır, bu lekeler dolunay zamanı iyice görülebilir bir hal almaktadır.

Sıradan, bilgisiz bir Ay gözlemcisinde yüzeydeki bu lekeleri bir resim halinde canlandırmaya eğilim vardır. (Gerçekte, günümüzün bilgili gözlemcisinde de ilgi çekici bir eğilimdir bu.)

İnsanların kendilerinin evrenin merkezi oldukları inancı da buna katılınca bu lekeler birer insan biçiminde tahayyül edildi ve “Ay’daki adam” fikri ortaya çıktı.

Şüphesiz orijinal fikir tarih öncesine dayanır. Bununla birlikte Orta Çağ’da eskiden kalma fikirlere İncil’den alınma bir kılık giydirmek moda olmuştu. Böylece Ay’daki adamın 15.32-36’da söz edilen adamı temsil ettiğine inanıldı : «İsrailoğulları vahşi arazideyken şabat günü çalı çırpı toplayan bir adam gördüler. . . Ve Tanrı Musa’ya adamın öldürüleceğini söyledi. . . Ve tüm cemaat adamı kamptan attılar, taşlarla taşladılar ve o öldü… ”

İncil’deki öyküde Ay’dan söz edilmez ama buna şu öyküyü eklemek de kolaydır. Adamın biri Pazar günü tatil yapmak istemediğini söylediğinde (gerçi Şabat günü İsrailliler için cumartesidir) yargıçlar şöyle demişlerdir : «O halde sana öbür dünyada ebedi bir Ay-günü (Moon-day ) verilecek.»

Ay’daki adam, orta çağlarda, topladığı çalı çırpıyı temsilen, dikenli bir çalıyla tahayyül edilmiştir. Ayrıca kendisini kimsenin görmemesi için gece çalıştığı düşünüldüğünden, elinde bir fener ve herhangi bir nedenle de bir köpek vardır. Ay’daki adam bu aksesuarıyla birlikte, William Shakespeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası oyununda Battom ve diğer öykülerce temsil edilir.

Tabii ki Ay’daki adamın çevresindeki bütün dünyayı doldurduğu tahayyül ediliyordu, çünkü lekeler Ay’ın tüm yüzüne yayılmış gibidir ve Ay da küçük bir cisim olarak görünmektedir.

Ay’ın yere oranla boyutlarını geçerli matematiksel yöntemlerle ortaya koymayı başaran ilk kişi Yunanlı gökbilimci Hipparkus’du. (İ.Ö. 190-120) . Ay, çapı Dünya çapının 114 ü kadar olan bir gökcismidir. Hiç de Ay’daki adamın boyutlarında değildir. Yalnızca ışık vermeyen malzemeden yapılmış olmasıyla değil, aynı zamanda boyutlarıyla da bir dünyadır.

Dahası, Hipparkus Ay’ın uzaklığını ölçmeye çalıştı. Ay’ın yüzeyi Dünya yüzeyinden, Dünya yarıçapının 60 katı uzaklıktadır.

Modern deyişle Ay, Dünya’dan 381.000 kilometre uzaklıktadır ve 2.470 kilometrelik bir çapa sahiptir.

Yunanlılar daha o zamanlar, Ay’ın Yer’e en yakın gökcismi olduğunu, diğerlerinin çok daha uzakta bulunduklarını biliyordu. Bu kadar uzakta olup da göze göründüklerine göre gökcisimlerinin hepsi birer dünya büyüklüğünde olmalıydı.

Dünyaların çokluğu fikri, edebiyat düzeyindeki yüksek ve incelikli filozofik spekülasyonlardan doğmuştur. Bunlardan bildiğimiz ilki, tıpkı bizim gezegenlerarası ‘yolculukları anlatan bilimkurgu öyküleri gibidir.

Yaklaşık 165 yılında Samosata’lı Lucian adlı bir Yunan yazarı, Ay’a yolculuğun bir öyküsü olan Gerçek bir Hikaye adlı kitabı yazdı. Kitabın kahramanı Ay’a bir rüzgar hortumuyla taşınır, Ay’ı aydınlık ve parlak bulur ve belli uzaklıklarda başka aydınlık dünyalar görür. Aşağıya baktığında ise belirgin bir şekilde kendi dünyasını, Yer’i görür.

Lucian’ın evreni zamanının bilimsel bilgilerinin gerisindedir, çünkü o Ay’ı parlak gökcisimlerini birbirine yakın sanmaktadır. Lucian aynı zamanda bütünuzayın havayla dolu olduğunu ve «yukarı» ile «aşağı» nın her yerde aynı olduğunu varsaymıştır. Elbette bunun böyle olmadığını düşünmek için hiçbir neden yoktu.

Lucian’ın evrenindeki bütün dünyalar meskundur ve o, dünya dışı zekaların her yerde bulunduğunu farz etmiştir. Ay’ın kralı Endymion’du ve Güneş kralı Phaethon’la savaş halindeydi. (Bu isimler Yunan mitolojisinden alınmıştır, Endymion, Ay Tanrıçasının sevdiği bir genç, Phaethon da Güneş Tanrısının oğludur.) Ay yaratıklarıyla Güneş yaratıkları görünüşleriyle ve yapılışlarıyla tamamen insana benzerler. Budalalıklarında bile, çünkü Endymion ve Phaethon, Jüpiter’in kolonizasyonunu ihlal ederek birbirleriyle savaşmaktadırlar.

Bununla birlikte, yaklaşık 1300 yıl boyunca hiçbir önemli yazar Ay’la ilgilenmedi. 1532’de İtalyan şairi Ludovico Aristo ( 1474-1533) nun Orlando Furioso adlı epik işirinde Ay yeniden ortaya çıktı. Bu şiirde karakterlerden biri kutsal bir arabayla Ay’a yolculuk eder, İlyas Peygamber bir rüzgar hortumuyla göğe taşınır, Ay’da uygar insanlar bulur.

Dünyaların çokluğu fikri teleskopun keşfiyle yeniden canlandı. 1609’da İtalyan bilim adamı Galileo Galilei (1564-1642) bir teleskop yapıp Ay’ı gözledi. Tarihte ilk kez olarak Ay büyütülmüş halde ve çıplak gözle göründüğünden daha ayrıntılı olarak izlendi.

Galileo, sıra dağlar ve volkanik kraterler gördü Ay’da. Denize benzeyen, düz, karanlık lekeler gözledi. Açıkça, yepyeni bir dünyaya bakıyordu.

Bu, Ay’a uçuş öykülerinin daha da artmasına neden oldu. İlki, birinci sınıf bir gökbilimci olan Johann Kepler ( 1571-1630) tarafından yazıldı ve yazarının ölümünden sonra 1633’de yayınlandı. Adına Somniuın denildi, çünkü kahramanı düşünde Ay’a gidiyordu.

Kitap, Ay hakkında bilinen gerçekleri hesaba alması bakımından dikkat çekiciydi. Ay, o zamana dek, Dünya’dan farklı bir toprak parçası olarak düşünülüyordu. Kepler, Ay’da gecelerin ve gündüzlerin 14 Yer günü uzunlukta olduğunun farkındaydı. Buna hava, su ve yaşamı da dahil etmişti ve böyle yapmaması için o zaman hiçbir neden yoktu.

1638’de İngilizce olarak Ay’a uçuş hakkında ilk bilimkurgu öyküsü yayınlandı. Ay’daki Adam adını taşıyan bu öykü bir İngiliz piskoposu olan Francis Godwin ( 1562-1633) tarafından yazılmıştı. Bu da, yazarının ölümünden sonra yayınlandı.

Godwin’in bu kitabı bu türden ilk kitapların en etkileyicisiydi, çünkü birtakım benzetmeler esinliyordu. Kitabın kahramanı bir kaz sürüsünün çektiği bir arabayla Ay’a gidiyordu. (Bu kişi düzenli olarak ‘Ay’a göç ediyor şeklinde canlandırılmıştı.) Her zamanki gibi Ay’da zeki insanlar bulunmaktaydı.

Godwin’in kitabının yayınlandığı yılda, Oliver Cromwell’in kayınbiraderi olan bir başka İngiliz piskoposu John Wilkins (1614-1672) de bu konuda bir kitap yayınladı. Ay’daki Dünyanın Keşfi adlı kitabında Ay’ın yaşanabilecek bir yer olup olmadığını tartıştı. Godwin’in kahramanının İspanyol olmasına karşın (İspanyollar bir önceki yüzyılda büyük kaşifler yetiştirmişlerdi) Wilkins, Ay’a ilk varacak kişinin bir İngiliz olacağından emindi. Wilkins bir bakıma haklı çıktı, çünkü Ay’a ilk ayak basan adam İngiliz soyundandır gerçekten.

Wilkins ayrıca havanın hem Ay’da, hem de tüm evrende mevcut olduğunu varsayıyordu. 1638’de bile böyle bir durumun gökcisimlerinin birbirinden bağımsız olarak uzayda kalmasına izin vermeyeceğine dair bir anlayış yoktu. Eğer Ay sonsuz bir hava okyanusu içinde Yer’in etrafında dönüyorsa, sonunda hava direnciyle yavaşlayacak ve parçalanıp Yer’e çarpacaktı. Aynı şekilde Yer de Güneş’e çarpacaktı ve bu, böyle sürüp gidecekti.

İsaac Asimov – Dünya Dışı Uygarlıklar

Kaynak: http://atlasizm.blogspot.com/2018/03/dunya-ds-uygarlklar.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eti Markasi Basari Oykusu

Mamografi Sonuç - Mamografi Sonucu Sorgula

hizbul bahr duası(dilek için)

Arşiv

Daha fazla göster